
Yepyeni, bambaşka bir Fadik Sevin Atasoy var karşımızda. 2024 yılında meme kanserine yakalandığı günlerden bu güne, hem fiziksel hem de duygusal yönden yaşadığı zorlu süreci atlatmış, eskisinden daha güçlü, daha neşeli, hayata sıkı sıkıya bağlı... “Yaşadığım süreci, sağlığımın kaybını, acımı ve yasımı yalnız geçirmeyi tercih ettim, bu konunun bir ajitasyona dönüşmemesi için büyük bir imtina gösterdim” diyor güzel oyuncu. Kendisini ifade edebilmek için zamana ihtiyacı olduğu dönemlerden geçtiğini söylüyor ama şimdi dönüşmüş ve en güncel versiyonuyla karşımızda! Fadik Sevin Atasoy ile buluştuk; bu buluşmayı neşesi yüksek bir çekimle taçlandırıp, ekranlardan ve çok sevdiği işinden uzakta kaldığı bu süreçte neler yaşadı, nasıl atlattı, şimdilerde neler yapıyor gibi çok özel konulara değindiğimiz keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Röportaj: İrem Orhan
Fotoğraf: Baturalp Yılmaz
Styling: Eylem Yıldız
Saç: Mehmet Türkibiş
Makyaj: Özge Taş
İrem Orhan: Fadik Hanım, nasılsınız şimdilerde, nasıl gidiyor hayat sizin için? 2024’te yoğun çalışma temposu içindeyken hem fiziksel hem de duygusal yönden sizi yoran bir hastalık süreci yaşadığınızı biliyoruz; tedavi süreciniz sanırım bitti, nasıl bir süreçti biraz değinmek ister misiniz?
Fadik Sevin Atasoy: Yeniden doğmuş gibiyim. Evet, bir ateş çemberinin içinden sessiz sedasız yürüdüm. Yaşamda bazı yollar ancak tek başına yürünebilir. Orada yalnızsındır... Yaşadığım süreci, sağlığımın kaybını, acımı ve yasımı yalnız geçirmeyi tercih ettim, bu konunun bir ajitasyona dönüşmemesi için büyük bir imtina gösterdim. Bu süreci atlatıp dönüştürdükten sonra konuşabiliyorum. Kendimi ifade edebilmek için metanetimi toplamaya ihtiyacım vardı. Dönüştüm ve karşınızdayım. Yoğun bir tedavi sürecine girmem gerektiği netlik kazanınca ilk paylaştıklarım yapımcım, Turkuvaz Ailesi ve atv kanalı oldu. Tüm idari kadro ve çalışanlar mahremiyetimi büyük bir sessizlik içinde yürütebilmem için bana destek oldular. Benim iyileşip, duygusal olarak kendimi ifade edebileceğim güne kadar bildiklerini bana bile belli etmediler. Bu müşkül durumum asla bir reyting aracına dönüştürülmedi. Kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar onlara müteşekkirim. Ama artık bugün o gündür. Yandım, piştim, küllerimden yeniden doğdum. Canlıyım, sağlıklıyım ve eskisinden çok daha güçlüyüm.
İ.O: Tanınırlığı yüksek biri olarak bu süreçte neler yaşadınız?
F.S. A: İnsan ateş çemberinin içinden yürürken kendinden başka kimse ile konuşacak gücü olmuyor. Vücudumun içinde bir meydan
muharebesi kopuyordu. Laboratuvarlar, iğneler, ilaçlar, yan etkiler, ameliyatlar... Sanki yaşamım avuç içlerimden akıp giden kum taneleri ve ben her yeni gün bu yok oluşu izliyordum. Her gün yaşam sevincimi geri doldurabilmek için özel bir çaba sarf etmem gerekiyordu. Her ne kadar saklamaya çalışsam da tedaviye gittiğim zamanlar fotoğraf çekmek isteyenler oluyordu. Benim duygularım, zihnim bambaşka yerde lakin kendimi zorlayarak gülümsediğim fotoğraf kareleri var. Evet, zorlandım. Ama basın ve medyadan bu sürecin sessiz tutulması, yayınlanmamış olması bu yolu kendi sessizliğim içinde layığı ile atlatmamı sağladı. Dedim ya, bazı yollar yalnız ve sessiz yürünür.
İ.O: Atv’de yayınlanan ‘Kardeşlerim’ dizisindeki rolünüz devam ederken bu haberi aldınız ama dizi çekimlerine de aksatmadan gidiyordunuz sanırım, öyle değil mi? Bu kararı almak zor olmadı mı?
F.S.A: Üçüncü sezonun nerede ise son bölümlerine yaklaşıyorduk, herkesten ve annemden saklayarak çalışmaya devam ettim bir süre, bu sezonu atlatır, sezon tatilinde başlarım yoğun tedaviye diye düşündüm. İşimi, sette olmayı çok seviyordum. Düzenimi değiştirmek istemiyordum. Doktor ileri lokal üçüncü derece bir kanser tümör ile bunu daha fazla devam ettiremeyeceğimi ve risklerin çok büyük olduğunu söyledi. Yedi aylık yoğun bir tedavi ile tümörü ameliyat ile alınacak hale getirdik sonra ameliyat, oldum. Bitti gitti. Sapasağlam çıktım bu sürecin sonunda. Neşeyi, kahkahayı, yaşam sevincini on misline katlayan bir Fadik olarak yeniden doğdum.
“Yandım, piştim, küllerimden yeniden doğdum... Canlıyım, sağlıklıyım ve artık eskisinden çok daha güçlüyüm.”
İ.O: Sizin gibi arkadaştan yana şanslı, etrafı sevgi çemberiyle dolu biri, böyle bir dönemde en çok desteği kimden ya da kimlerden gördü?
F.S.A.: Bir destek çemberim vardı evet, küçük bir grup. Annem, teyzem, kardeşim... Bu süreçte arkadaşlarım hep bana eşlik ederek en sevdiğim şeyi seyahat etmemi
sağladılar. Başka ülke, başka insanlar. Seyahatlerle psikolojimi sağlam tuttum. Sonra bol bol yazarak ürettim, bu süreçte bir televizyon formatı, bir de sinema filmi yazdım. Yaratıcılık ve seyahat en büyük merhemim oldu. Konserlere gittim, bedenim el verdiğince ilacın yan etkilerine rağmen yılmadım, dans ettim. Ben, ölüm tehdidine karşı yaşamı kutlamayı seçtim.
İ.O: Son birkaç yılın size kattıkları hakkında neler söylersiniz peki? Belki hayata dair yeni bir pencere, yeni farkındalıklar...
F.S.A: Acıdan kaçılmaması gerektiğini ama acının içinde de kaybolunmaması gerektiğini öğrendim. Çok sevdiğim bir şair var Halil Cibran, bir şiirinde der ki; “Neşe, içimizdeki hüznün maskesiz halidir. Acıyı kabullenmeyen kişi, yürekten atılmış bir kahkahanın da tadını bilemez bence.” Ben de yaşamımda acıyı bal eyledim. Onu da duygu hanemde bağrıma bastım. Kendimi izledim, ne kadar hassas, incinmiş ve savunmasız olduğumu gördüm. Koşulsuz bir kabullenme geldi peşi sıra. Bu yas sürecinin de layığı ile hakkını verdim sayıyorum, kendimce tabii.
“Kendi sesine kulak veren, içimdeki sese güvenen biriyim. Aslında genelde o konuşur, ben dinlerim. Şu sıralar ‘özgün ol’ kendi kendime en çok tekrarladığım kelime.”
İ.O: Bugüne kadarki hayat yolculuğunuzu nasıl tanımlıyorsunuz?
F.S.A: Mehmet Sungur hocamıza ait onun bir sözü ile yanıtlayacağım sizi, çok güzel bir tanımlaması var; “Yaşama doğmak, hiçbir bedel ödemeden bizlere sunulmuş bir armağandır.” Ben bu armağanın hakkını vererek yaşadım, yaşamaya da devam edeceğim.
İ.O: Şu anda gündeminizde neler var?
F.S.A: Yaratmak, yazmak, oynamak, öğrenmek, gelişmek, sevmek, çok sevmek, doya doya yaşamak ve sanat var.
İ.O: Yakın gelecekle ilgili kariyerinizle ilgili nasıl planlar yapıyorsunuz?
F.S.A: Danimarka-Türkiye ortak yapımı bir tiyatro projesinin içinde annemle birlikte rol alacağız. Onun ön yapım aşamasındayız. Bir de yine annemle birlikte rol alacağımız bağımsız bir sinema filmimiz var. Chicago merkezli Hilton Contemporaray Art Gallery için küratörüğünü üstlendiğim Multi disipliner bir sergi projemiz var. Sky Films ile yaratıcı yapımcılığını yaptığım bir seyahatname projemizin de ön hazırlık aşamasındayız. Dizi olarak gelen projeleri okuyup, değerlendiriyoruz. Bu sezon yine ekranlarda olacağım, bambaşka rol ve bambaşka bir hikaye ile seyirci ile kavuşmaya hazırım. Sevdiğim bir tanımlama vardır; “Ateşte yanan birçok demirim var, hangisi
önce erirse ilk onunla başlayacağız.”
“Oyunculuk benim için ezelden beri derin bir tutku. Hep de öyle olacak. Ana, baba mesleğim sonuçta. Oyunculuk zanaatını tıpkı dede yadigari bir dükkan gibi devraldık, boş bırakmayacağız.”
“Hayatı önce en ince ayrıntısına kadar planlar, nakış gibi işler sonra geri çekilir ve tüm planı akışına bırakırım. Yaşama çok güveniyorum. Gizeme ve bilinmeze ben sihir diyorum.”
İ.O: Oyunculuk sizin için derin bir tutku bildiğimiz kadarıyla, halen öyle mi?
F.S.A: Ezelden beri öyle. Öyle de olacak. Ana, baba mesleğim sonuçta. Oyunculuk zanaatını tıpkı dede yadigari bir dükkan gibi devir aldık, boş bırakmayacağız.
i.O: Şimdiye kadar sizi en derinden etkileyen rolünüz hangisiydi diye sorsak?
F.S.A: Henüz yazılmadı desem... Dört gözle bekliyorum. Belki birileri bir yerde şu an yazıyordur bile.
İ.O: Hiç bilmediğiniz yeni bir sektöre girmek gibi planlarınız olsa mesela, şimdi öyle hayal etsek; hangi alana doğru yelken açmak istersiniz? Kariyerinizle ilgili bir B
planınız var mı yani?
F.S.A: ABCDEFG... Bütün planlarımda oyunculuk var. Başka meslek hayal dahi edemiyorum.
“Benim bereketim hep yollarda açılır ve akar; yol yapmayı çok seviyorum. En iyi fikirler bana hep havalimanlarında gelir. Kırmızı bavulumun da en yakın dostum olduğunu herkes bilir.”
İ.O: Yaptığınız iş yüksek oranda yetenek isteyen bir iş gibi, sizce bu işte başarılı olmak için çalışkanlık da yeterli olur mu? Yoksa kişide kendiliğinden var olan bir yatkınlık olmadığı takdirde olmaz mı?
F.S.A: Her ikisi de olmalı. Ama hepsinden önemlisi iyi niyet. Shakespeare’in bir sözü var, “Oyuncu yeter ki iyi niyetli olsun, kötü oynasa da affedilir.” Oyuncu, hayatta ne kadar ise yarattığı karakter de o kadardır. Sığ düşünüyor, hesap kitap yapıyor, empati kuramıyorsa kendi de dahil başka hiçbir karakteri
yaratamaz.
İ.O: Başarının sizdeki karşılığı tam olarak nedir? Siz tam olarak neler yaptığınızda kendinizi başarılı olarak nitelendirdiniz?
F.S.A: Hayal ettiğim bir yaratım gerçeğe dönüştüğü zaman bu, benim için başarıdır.
İ.O: Bu arada hayatı genelde daha planlı mı yaşamayı seversiniz, yoksa akışına bırakmayı seçenlerden misiniz?
F.S.A: Önce en ince ayrıntısına kadar planlar, nakış gibi işler sonra geri çekilir ve tüm planı akışına bırakırım. Yaşama çok güveniyorum. Gizeme ve bilinmeze ben sihir
diyorum.
İ.O: Hayata karşı motivasyonunuzu sağlayan bir felsefe, bir düşünce ya da bakış açısı var mı şu sıralar?
F.S.A: Benim için insan olmak demek, gelişmeyi sürdürmek anlamına geliyor. “Yaşam bakış açımıza göre genişler veyahut daralır.” Bu da Anais Nin adlı kadın bir yazara ait.
İ.O: Kendi kendinize konuşur musunuz? Son dönemlerde kendi kendinize tekrarladığınız en sık kelime nedir?
F.S.A: Kendi sesine kulak veren, içimdeki sese güvenen biriyim. Aslında genelde o konuşur ben dinlerim. Şu sıralar en çok tekrarladığım kelime, ‘Özgün ol.’
İ.O: Klişe saydığınız bir davranışınız, düşünce yapınız ya da ön yargınız var mı herhangi bir şeyle ilgili?
F.S.A: Olmaz olur mu... ‘El alem ne der’ mesela... Mesleki deformasyon bence.
İ.O: Diğer yandan sosyal konulara dair çok duyarlı ve fazla hassas biri olduğunuzu biliyoruz, bunun sizi zorladığı anlar oluyor mu hiç?
F.S.A: Sempati ile empati arasındaki farkı karıştırdığım zamanlarda çok inciniyorum.
İ.O: Şimdilerde tamamen kendinize vakit ayırdığınız zamanlarda bir gününüz nasıl geçiyor?
F.S.A: Şu sıralar iş gereği çok seyahat ettim; dört haftada üç ülke, dört şehirde yolculuklarla geçti zamanım. Viyana, Berlin, Urla, Fethiye derken uçaktan inip kapak çekimi için İstanbul’dayım. Zaten benim bereketim hep yollarda açılır ve akar. İş gereği de olsa çok seviyorum yol yapmayı. En iyi fikirler bana hep havalimanlarında gelir. Kırmızı bavulumun da en yakın dostum olduğunu herkes bilir.
İ.O: Yeni tanıştığınız biriyle ilk kez göz göze geldiğinizde en çok nesine dikkat edersiniz?
F.S.A: Gözüne tabii ki. Sonra duruşuna, kendini taşıyışına, başkalarına davranışına, bana davranışına. Sözler süslüdür, genelde yanıltır ama insanın yaydığı his yalan söyleyemez.
İ.O: Kendinize benzer karakterli insanlarla mı yoksa taban tabana zıt karakterlerle mi daha iyi arkadaşlık dostluk kurarsınız?
F.S.A: Her meslek grubundan, farklı siyasi anlayışlardan, sosyal alt yapılardan, yaştan ve milletten uluslararası bir arkadaş çevrem var. Çeşitlilik çok. Bu dünyadaki en büyük zenginliğim onlar benim.
İ.O: Size göre aşk, ne anlam ifade ediyor?
F.S.A: Ah, ah formülünü bilsem, güzel bir pakete yerleştirir, tüm sevdiklerime hediye ederdim.
İ.O: Aşıkken daha mutlu, belki daha üretken insanlar vardır, bir de aşıkken kendini dünyaya kapatanlar... Sizde durum nasıl?
F.S.A: Sık sık aşık olan biri değilim. Ama bir sevda gelip beni bulunca mutlu ve üretken olan biriyim. Şu sıralar da tam öyleyim aslında. Aşık mıyım acaba?
İ.O: Evlilik ile yakınlığınız ne durumda onu da soralım; şu anda kalbinizi çarptıran birileri var mı hayatınızda?
F.S.A: Bence var... Kalbimi çarptıran biri var; karşınızda aşık bir kadın duruyor efendim galiba.
İ.O: Uzak ya da yakın vadeli planlarınız neler, son olarak buna değinerek bitirelim mi röportajımızı?
F.S.A: Uzak ya da yakın tek bir planım var; insanoğluna yakışan eserler yaratmaya devam ederken şu yaşamın hakkını vererek, doya doya yaşamak. Bir de aşk var tabii...
“Sık sık aşık olan biri değilim. Ama bir sevda gelip beni bulunca mutlu ve üretken olan biriyim. Şu sıralar da tam öyleyim aslında. Aşık mıyım acaba?”